Kadir
New member
İBKA, İLGA, ISLAH: BİR KÖYÜN ÜÇ KARARI
Bir yaz akşamıydı; köy meydanında toplanmıştık. Hava, gün batımının kızıllığıyla ağırlaşmış, herkesin yüzüne aynı gölgeli renk düşmüştü. Ben, köyün öğretmeni olarak, gençlerin bir türlü anlam veremediği bir meseleye dair konuşmak için çağrılmıştım: “İbka mı, ilga mı, ıslah mı?”
Ama mesele, sadece üç kelimenin anlamını çözmekten çok daha fazlasıydı. Bu kelimeler, bizim kim olduğumuzu, neyi sürdürdüğümüzü, neyi değiştirmekten korktuğumuzu anlatıyordu.
---
1. İBKA: GEÇMİŞİ MUHAFAZA ETMENİN AĞIRLIĞI
O gece söz alan ilk kişi, köyün en yaşlısı olan Derviş Hüseyin’di. Gür sesiyle konuştu:
“Evlatlarım, ibka demek, bir şeyi olduğu gibi bırakmaktır. Ata mirasına dokunmamak, el sürmemektir. Bizim köyün adeti budur. Atalarımızdan ne gördüysek, onu yaşatırız.”
Kadınlardan biri, Hatice, başını eğdi ama bakışları meydanı süzdü. O bakışta bir hüzün vardı; sanki geçmişin içinde kaybolmuştu.
O, ibkayı “sadakat” olarak görüyordu ama aynı zamanda “durağanlık” olarak da hissediyordu. “Peki,” dedi sessizce, “ibka, bizi aynı hatada tutarsa ne olacak?”
Söz, meydandaki herkesin yüreğine dokundu. Çünkü ibka, sadece gelenekleri değil, hataları da korumaktı.
Bir erkek, Mehmet, araya girdi: “Ama değişim her zaman iyilik getirmez, Hatice. Savaşlar da değişimin ürünü değil mi?”
Hatice gülümsedi: “Belki de asıl mesele, neyi koruduğumuzu bilmekte.”
---
2. İLGA: YIKMANIN CESARETİ, UNUTMANIN BEDELİ
Ertesi gün, toplantı tekrar kuruldu. Bu defa gençler konuşmak istedi.
“İlga,” dedi Ali, “bir şeyi ortadan kaldırmaktır. Ama bazen yıkmadan yenisini yapamazsın.”
Ali, şehirde okumuş, dönüşünde köydeki her şeyin “eskimiş” olduğunu fark etmişti.
“Eski kuralları ilga etmezsek, yeni fikirler nasıl yeşerecek?” diye sordu.
Bu defa söz alan Zeynep oldu, genç ama yaşından olgun bir kadın.
“Ali,” dedi, “ilga edersen kökünü de sökersin. Kökü olmayan ağaç, rüzgârda devrilir.”
Köyün meydanında sessizlik çöktü. O sessizlikte, iki farklı dünyanın sesi yankılandı: biri geleceğe koşuyordu, diğeri geçmişin gölgesinde kalmak istiyordu.
İlga, o gece herkesin zihninde bir yankı oldu: Yıkmak mı gerekir, yoksa anlamak mı?
Bir yaşlı kadın, ellerini dizine vurdu: “Biz zamanında örfleri ilga ettik de ne oldu? Gençler büyüklerine ‘siz anlamazsınız’ demeye başladı.”
Oysa mesele “yıkmak” değil, “neden yıkmak gerektiğini bilmekti.”
---
3. ISLAH: YENİDEN DOĞUŞUN SANATI
Son toplantı, üçüncü gün yapıldı. Köyün ileri gelenleri, gençleri, kadınları hepsi meydandaydı.
Ben söz aldım: “İbka korumaktır, ilga yıkmaktır. Ama ıslah… ıslah, yeniden doğurmaktır.”
Islah, bir geleneği yok etmeden düzeltmeyi, bir düşünceyi öldürmeden iyileştirmeyi anlatıyordu.
“Islah,” dedim, “ne tamamen geçmişin esiri olmaktır, ne de geleceğin kör bir hayaline kapılmak. Islah, adaletle bakmaktır.”
Ali başını salladı: “Yani köydeki eski eğitim sistemini ibka etmek değil, ilga etmek de değil… Islah etmek gerek.”
Hatice ekledi: “Demek ki değişim, kökten değil kalpten başlıyor.”
Derviş Hüseyin ise bastonuna yaslanarak güldü: “Belki de biz, ıslah edilmeyi çoktan bekleyen bir köyüz.”
---
4. TARİHTEN GÜNÜMÜZE: KAVRAMLARIN SESİ
Bu üç kavram, aslında Türk-İslam düşüncesinin derin damarlarından geliyordu.
Osmanlı’da bir kanun “ilga” edilirse artık yürürlükten kalkardı.
Bir kanun “ibka” edilirse, yani olduğu gibi bırakılırsa, devlet istikrarı korunurdu.
Ama “ıslah” edilirse, o kanun halkın ihtiyaçlarına göre yenilenirdi.
Toplumsal hafızada bu üç kelime, bir milletin nasıl dönüşeceğini belirlemişti.
Bugün bile bir kararı verirken aynı sorularla yüzleşiyoruz:
- Geçmişi korumalı mıyız?
- Eskimişi yıkmalı mıyız?
- Yoksa onu onarıp yeniden mi yaşatmalıyız?
Her birey, hayatında bu üç kelimeyle mücadele eder aslında.
Bir ilişkiyi sürdürürken ibka etmeyi seçeriz.
Bir yanlışı fark ettiğimizde ilga ederiz.
Ama sevgiyi, güveni, bir toplumu kurtaracak olan daima ıslah ederiz.
---
5. KADIN VE ERKEK AKLININ DENGESİ
Bu tartışmaların içinde bir denge doğdu.
Erkekler çözüm ararken stratejik düşündüler: “Nasıl yapmalı, ne zaman yapmalı?”
Kadınlar ise duygusal değil, empatik bir bakışla yaklaştılar: “Kimi etkiler, kalplerde nasıl bir iz bırakır?”
Bu iki bakış birleştiğinde köy değişmeye başladı.
Artık kimse sadece geçmişin tutsağı ya da geleceğin rüyasında değildi.
İbka, ilga ve ıslah, kadın ile erkeğin zihinlerinde birer değer taşına dönüşmüştü.
Bir karar alındığında artık soruluyordu:
“Bu kararda kimin yarası onarılıyor? Kimin sesi duyuluyor?”
---
6. SON: BİR KÖYÜN DEĞİŞİMİ, BİR TOPLUMUN AYNASI
Aylar geçti. Köy okulunun duvarına üç kelime yazdık:
İBKA – İLGA – ISLAH.
Her sabah çocuklar bunların anlamını konuştu.
Kimisi, “ibka etmek, sevdiğin şeyi korumaktır” dedi.
Kimisi, “ilga etmek, yanlış olandan vazgeçmektir” diye ekledi.
Ve küçük bir kız çocuğu, gözleri ışıldayarak şunu söyledi:
“Islah etmek, hatanı sevgiyle düzeltmektir.”
O an anladım ki, bu üç kelime sadece dil bilgisi meselesi değildi; bir varoluş biçimiydi.
Belki de hepimiz, hayatın farklı dönemlerinde bu üç kararın sınavından geçiyoruz:
Birini ibka ediyoruz, birini ilga ediyoruz, birini ıslah ediyoruz.
Peki sen, şu anda hayatında hangisini yapıyorsun?
Korumayı mı, yıkmayı mı, yoksa düzeltmeyi mi seçiyorsun?
---
Kaynak Notu:
Bu metin, İslam hukukunda kullanılan kavramların (ibka: sürdürmek, ilga: yürürlükten kaldırmak, ıslah: düzeltmek) tarihsel anlamlarından ve toplumsal yansımalarından yararlanılarak kurgulanmıştır. İlham, Osmanlı hukuk literatürü ile modern sosyoloji çalışmalarından alınmıştır.
Bir yaz akşamıydı; köy meydanında toplanmıştık. Hava, gün batımının kızıllığıyla ağırlaşmış, herkesin yüzüne aynı gölgeli renk düşmüştü. Ben, köyün öğretmeni olarak, gençlerin bir türlü anlam veremediği bir meseleye dair konuşmak için çağrılmıştım: “İbka mı, ilga mı, ıslah mı?”
Ama mesele, sadece üç kelimenin anlamını çözmekten çok daha fazlasıydı. Bu kelimeler, bizim kim olduğumuzu, neyi sürdürdüğümüzü, neyi değiştirmekten korktuğumuzu anlatıyordu.
---
1. İBKA: GEÇMİŞİ MUHAFAZA ETMENİN AĞIRLIĞI
O gece söz alan ilk kişi, köyün en yaşlısı olan Derviş Hüseyin’di. Gür sesiyle konuştu:
“Evlatlarım, ibka demek, bir şeyi olduğu gibi bırakmaktır. Ata mirasına dokunmamak, el sürmemektir. Bizim köyün adeti budur. Atalarımızdan ne gördüysek, onu yaşatırız.”
Kadınlardan biri, Hatice, başını eğdi ama bakışları meydanı süzdü. O bakışta bir hüzün vardı; sanki geçmişin içinde kaybolmuştu.
O, ibkayı “sadakat” olarak görüyordu ama aynı zamanda “durağanlık” olarak da hissediyordu. “Peki,” dedi sessizce, “ibka, bizi aynı hatada tutarsa ne olacak?”
Söz, meydandaki herkesin yüreğine dokundu. Çünkü ibka, sadece gelenekleri değil, hataları da korumaktı.
Bir erkek, Mehmet, araya girdi: “Ama değişim her zaman iyilik getirmez, Hatice. Savaşlar da değişimin ürünü değil mi?”
Hatice gülümsedi: “Belki de asıl mesele, neyi koruduğumuzu bilmekte.”
---
2. İLGA: YIKMANIN CESARETİ, UNUTMANIN BEDELİ
Ertesi gün, toplantı tekrar kuruldu. Bu defa gençler konuşmak istedi.
“İlga,” dedi Ali, “bir şeyi ortadan kaldırmaktır. Ama bazen yıkmadan yenisini yapamazsın.”
Ali, şehirde okumuş, dönüşünde köydeki her şeyin “eskimiş” olduğunu fark etmişti.
“Eski kuralları ilga etmezsek, yeni fikirler nasıl yeşerecek?” diye sordu.
Bu defa söz alan Zeynep oldu, genç ama yaşından olgun bir kadın.
“Ali,” dedi, “ilga edersen kökünü de sökersin. Kökü olmayan ağaç, rüzgârda devrilir.”
Köyün meydanında sessizlik çöktü. O sessizlikte, iki farklı dünyanın sesi yankılandı: biri geleceğe koşuyordu, diğeri geçmişin gölgesinde kalmak istiyordu.
İlga, o gece herkesin zihninde bir yankı oldu: Yıkmak mı gerekir, yoksa anlamak mı?
Bir yaşlı kadın, ellerini dizine vurdu: “Biz zamanında örfleri ilga ettik de ne oldu? Gençler büyüklerine ‘siz anlamazsınız’ demeye başladı.”
Oysa mesele “yıkmak” değil, “neden yıkmak gerektiğini bilmekti.”
---
3. ISLAH: YENİDEN DOĞUŞUN SANATI
Son toplantı, üçüncü gün yapıldı. Köyün ileri gelenleri, gençleri, kadınları hepsi meydandaydı.
Ben söz aldım: “İbka korumaktır, ilga yıkmaktır. Ama ıslah… ıslah, yeniden doğurmaktır.”
Islah, bir geleneği yok etmeden düzeltmeyi, bir düşünceyi öldürmeden iyileştirmeyi anlatıyordu.
“Islah,” dedim, “ne tamamen geçmişin esiri olmaktır, ne de geleceğin kör bir hayaline kapılmak. Islah, adaletle bakmaktır.”
Ali başını salladı: “Yani köydeki eski eğitim sistemini ibka etmek değil, ilga etmek de değil… Islah etmek gerek.”
Hatice ekledi: “Demek ki değişim, kökten değil kalpten başlıyor.”
Derviş Hüseyin ise bastonuna yaslanarak güldü: “Belki de biz, ıslah edilmeyi çoktan bekleyen bir köyüz.”
---
4. TARİHTEN GÜNÜMÜZE: KAVRAMLARIN SESİ
Bu üç kavram, aslında Türk-İslam düşüncesinin derin damarlarından geliyordu.
Osmanlı’da bir kanun “ilga” edilirse artık yürürlükten kalkardı.
Bir kanun “ibka” edilirse, yani olduğu gibi bırakılırsa, devlet istikrarı korunurdu.
Ama “ıslah” edilirse, o kanun halkın ihtiyaçlarına göre yenilenirdi.
Toplumsal hafızada bu üç kelime, bir milletin nasıl dönüşeceğini belirlemişti.
Bugün bile bir kararı verirken aynı sorularla yüzleşiyoruz:
- Geçmişi korumalı mıyız?
- Eskimişi yıkmalı mıyız?
- Yoksa onu onarıp yeniden mi yaşatmalıyız?
Her birey, hayatında bu üç kelimeyle mücadele eder aslında.
Bir ilişkiyi sürdürürken ibka etmeyi seçeriz.
Bir yanlışı fark ettiğimizde ilga ederiz.
Ama sevgiyi, güveni, bir toplumu kurtaracak olan daima ıslah ederiz.
---
5. KADIN VE ERKEK AKLININ DENGESİ
Bu tartışmaların içinde bir denge doğdu.
Erkekler çözüm ararken stratejik düşündüler: “Nasıl yapmalı, ne zaman yapmalı?”
Kadınlar ise duygusal değil, empatik bir bakışla yaklaştılar: “Kimi etkiler, kalplerde nasıl bir iz bırakır?”
Bu iki bakış birleştiğinde köy değişmeye başladı.
Artık kimse sadece geçmişin tutsağı ya da geleceğin rüyasında değildi.
İbka, ilga ve ıslah, kadın ile erkeğin zihinlerinde birer değer taşına dönüşmüştü.
Bir karar alındığında artık soruluyordu:
“Bu kararda kimin yarası onarılıyor? Kimin sesi duyuluyor?”
---
6. SON: BİR KÖYÜN DEĞİŞİMİ, BİR TOPLUMUN AYNASI
Aylar geçti. Köy okulunun duvarına üç kelime yazdık:
İBKA – İLGA – ISLAH.
Her sabah çocuklar bunların anlamını konuştu.
Kimisi, “ibka etmek, sevdiğin şeyi korumaktır” dedi.
Kimisi, “ilga etmek, yanlış olandan vazgeçmektir” diye ekledi.
Ve küçük bir kız çocuğu, gözleri ışıldayarak şunu söyledi:
“Islah etmek, hatanı sevgiyle düzeltmektir.”
O an anladım ki, bu üç kelime sadece dil bilgisi meselesi değildi; bir varoluş biçimiydi.
Belki de hepimiz, hayatın farklı dönemlerinde bu üç kararın sınavından geçiyoruz:
Birini ibka ediyoruz, birini ilga ediyoruz, birini ıslah ediyoruz.
Peki sen, şu anda hayatında hangisini yapıyorsun?
Korumayı mı, yıkmayı mı, yoksa düzeltmeyi mi seçiyorsun?
---
Kaynak Notu:
Bu metin, İslam hukukunda kullanılan kavramların (ibka: sürdürmek, ilga: yürürlükten kaldırmak, ıslah: düzeltmek) tarihsel anlamlarından ve toplumsal yansımalarından yararlanılarak kurgulanmıştır. İlham, Osmanlı hukuk literatürü ile modern sosyoloji çalışmalarından alınmıştır.